25.04.2025 KILÇIK

TRABZON'DAN DOHA'YA İSYAN!

Dün bir grup turizmciyle karşılaştık. Sohbet derinleşti, konu Doha'da yapılan Trabzon Tanıtım Günleri’ne geldi. Ortaya dökülenler, gerçekten düşündürücüydü. Otelciler ve acentacılar diyor ki: “Trabzon Günleri’nde Trabzonlu firma yok. Trabzon’u tanıtıyoruz diyorlar ama Trabzonlu şef bile yok!”

İşin içinden gelenler, yıllarını bu sektöre vermiş turizmciler, hayret ve kırgınlıkla anlatıyorlar. Bir grup arkadaş Japonya’da organizasyona katıldı. 10 saatlik uçuş, konaklama ve diğer tüm masraflar dahil kişi başı 1.400 dolara mâl oldu. Ama Doha’da yapılacak etkinlik için organizasyon, kişi başı 2.500 dolar istemiş.

“Her türlü yetkinliğe sahibiz,” diyorlar. “Organizasyon da yaparız, danışmanlık da. Bu işin mutfağından geliyoruz. Ama biz burada oturuyoruz, bizden başka herkes orada!”

İçlerinden biri ekliyor: “Üzülmekten başka çaremiz kalmadı. Tiflis organizasyonunu da böyle yaptılar, sonuçlarını gördük. Koca şehir, kendi değerlerini temsil edemiyor. Adımız var ama kendimiz yokuz.”

Yürek burkan bir tablo… Trabzon’u Trabzonluların tanıtamadığı bir düzende, ne kadar ileri gidebiliriz?

***

TRABZON'U MU TANITIYORUZ, İNŞAATLARI MI?

Turizmcileri dinledikten sonra Doha’dan Trabzon’a servis edilen haberlere bir göz attık. Dikkatimizi çeken bir detay vardı: Verilen seminerlerde kullanılan arka plan görsellerinde “Trabzon Tanıtım” değil, “Trabzon Yatırım” yazıyordu. İşte burada bizim de kafamız karıştı açıkçası.

Trabzon turizmini tanıtmak için mi gittik Doha’ya, yoksa Trabzon’un emlak sektörünü mü pazarladık? Ne anlatıldı, kim hedeflendi, bu organizasyonun gerçek amacı neydi?

Mesela Trabzon’dan daire alan yatırımcılara orada özel yemekler verilmiş. Yatırımcılara sunulan sofralar zengin, peki turizm nerede?

Sakın yanlış anlaşılmasın, yatırımcının gelmesi güzel, elbette kıymetli. Ama bu bir turizm tanıtımıysa, o zaman turizmciler neden dışarda kaldı?

Kültürüyle, doğasıyla, mutfağıyla, tarihiyle öne çıkan bir şehrin tanıtımında şehrin kendisi yoksa, geriye ne kalır?

***

TRABZON MÜFTÜSÜ DE DOHA'DA

Dedik ya, bu Doha turu neye hizmet ediyor, anlamakta gerçekten zorlanıyoruz. Gözümüze takılan bir diğer detay: Trabzon İl Müftümüz de servis edilen fotoğraflarda boy göstermiş. Şimdi biz “Müftü neden orada?” diye sorsak, günaha mı gireriz?

Organizasyonun baş şefi ise MasterChef yarışmacılarını oraya doldurmuş. Şeflerimizin mesleki başarılarına elbette sonsuz saygımız var, ama burası Trabzon Tanıtım Günleri değil mi? O halde Trabzon yemekleri nerede?

Instagram hikayelerinde after partiler cirit atıyor, ama kuymağı yapan arkadaşın işletmesi İstanbul'da!

E soralım o zaman: Bu tanıtım kim içindi?

 Ne tanıtıldı, kime tanıtıldı?

Hadi her şeyi geçtik…

Mehter takımı bile Doha’da sahne alıyor. Tasarruf tedbirleri vardı hani? O ne oldu?

Kulislerde konuşulan rakamlar dudak uçuklatıyor: Doha organizasyonu için harcanan paranın yaklaşık 13 milyon lira civarında olduğu söyleniyor. Yine kulis bilgisine göre, bu paranın bir kısmı Büyükşehir Belediyesi’nin kasasından çıkmış. Ama nereden çıkarsa çıksın, o para Trabzon’dan çıkmıyor mu?

Trabzon’un adını taşıyan ama Trabzon’un ruhunu taşımayan bir tanıtım, gerçekte neye hizmet eder?

***

KALABALIĞIN İÇİNDE KAYBOLAN SAĞLIK

Geçtiğimiz gün Fatih Devlet Hastanesi’ne yolum düştü. Derdim derman aramak değil, biraz gözlem yapmak, biraz da sağlık sistemimizin nabzını tutmaktı.

Fakat içeri adım atar atmaz anladım ki burada sadece nabız değil, sabır da ölçülüyor.

Koridorlar tıklım tıklım. İğne atsan yere düşmüyor, düşse de yer bulamıyor. Oturmak mı? Unutun gitsin. Ayakta duracak alan bulmak bile başarı sayılıyor. Havanın boğuculuğuysa cabası. Hastaneye sağlıklı girip hasta çıkma ihtimali hiç de yabana atılır gibi değil.

Personel şaşkın, doktorlar ise adeta zamanla yarışıyor. Her 3 dakikada bir yeni bir hasta… Düşünün, bir nefeslik muayene süresi. O da şanslıysanız…

Sırtınızda ağrı mı var?

Hemen anlatın, ama kısa kesin, çünkü sıradaki hasta kapıda hazır bekliyor.

En dikkat çekici durumlardan biri de buydu: Aile hekimlerinin kolaylıkla tedavi edebileceği pek çok hasta, doğrudan hastaneye gelmiş. Basit bir nezle, hafif bir grip, küçük bir baş ağrısı…

Hepsi uzman doktorluk olmuş.

Neden mi?

Çünkü bizde uzman hekime görünmek, adeta bir güven göstergesi hâline gelmiş. Aile hekimi sanki yalnızca tansiyon ölçen biri gibi algılanıyor.

25 yılı aşkın süredir bu hastanede çalışan bir hemşireyle konuştum. “Böyle bir kalabalığı ilk kez görüyorum” dedi.

Düşünün, bir çeyrek asırda yaşanmamış bir yoğunluk, son altı ayda olağan hâle gelmiş.

Peki çözüm? Hastane yönetimi çaresiz. “Şehir Hastanesi açılınca rahatlayacağız” diyorlar. O zamana kadar ne olacak? İşte orası muamma. Belki de artık bazı kuralları tekrar gözden geçirmenin zamanı gelmiştir. Mesela, aile hekiminin onayı olmadan uzman hekime başvurulamaması gibi…

Tartışılır elbette ama şu anki manzaranın sürdürülebilir olmadığı ortada.

Sağlık sisteminin yükü ağır. Bu yükü biraz olsun hafifletmek hepimizin elinde. Ufak bir nezleyle koca bir hastanenin yolunu tutmak yerine, bir aile hekimine uğramak, hem bireysel hem toplumsal bir sorumluluk.

Unutmayalım; sağlık sadece doktorun değil, toplumun da meselesidir.